17/10/2013
Varanasi’ye gelince arkanıza bile bakmadan kaçabilirsiniz.. Ama eğer ona bir şans tanırsanız, herşeye rağmen sizi kendine hayran bırakacaktır ve belki de Gökçe gibi sizin de favori şehriniz olacaktır. Lonely Planet’de Varanasi bölümü “Brace yourself” cümlesiyle başlar. Gerçekten de öyle.. Arada bir mola verdiğimiz cafelerden sokağa adım atmadan önce, Gökçe ile aynı şeyi söyledik birbirimize.. “Brace yourself” dedik ve derin bir nefes alıp sokağa bıraktık kendimizi.. Pisliğine, yokluğuna, keşmekeşine, her yerde her türlü hayvanlarına, üzerinize yapışan insanlarına rağmen şehrin kutsallığını dibine kadar her an hissediyorsunuz. Varanasi, nasıl desem kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir yer..
ve gelelim Varanasi maceramıza..
Varanasi’de yeni bir güne uyandık. Sabaha karşı gelmemize rağmen, erkenden açtık gözlerimizi, nasıl bir şehirde uyandığımızı merak ederek.. Balkonun kapılarını araladığımızda deli bir sıcak çarptı bizi, sabahın erken saatleri olmasına rağmen. Kaldığımız yer, Chausatthi Ghat’a bakıyordu ve çoktan birçok kişi sabah banyosunu almak için kendilerini Ganj’ın sularına bırakmıştı bile. Ve işte karşımızda kutsal Ganj nehri akmakta, Hintlilerin kutsal saydıkları ve asla kirlenmediğine inandıkları Ganj ana..
2 bin yıllık geçmişi ile Varanasi, Hindu’ların en kutsal şehirlerinden biri. İnanışlarına göre, Varanasi’de ölmek demek, reenkarnasyon döngüsünden kurtulmak, mokshaya ulaşmak demek. Bu sebeple ki, etraf ölmeyi bekleyen hasta ve yaşlı insanlarla dolu. Burada hayvanlar bile hasta görünüyor..
oto rikşada..
Sabah ilk iş, bir rikşaya atlayıp 150 paraya tren istasyonuna gittik ve Tourist Reservation bürosunu bulduk (Tren istasyonunun hemen çıkışında sağda UP Tourism ofisini geçince). Hindistan, dünyanın en büyük demiryolu ağlarından birine sahip. İnanması zor ama günde 17 milyon yolcu taşıyan bu sistem tıkır tıkır işlemekte. Hindistan’da trenlerde yerler aylar öncesinden dolduğu için (ee 1,5 milyar insanın sürekli trenle seyahat ettiği düşünülürse..), turistlerin bu durumdan etkilenmemesi için her trende belirli sayıda yer ayrılıyor ve turist kotası denen bu biletleri sadece istasyonlarda bulunan Tourist Reservation Ofislerden alabiliyorsunuz. Bir tren bileti almak için önce taklitlerinden sakınarak gerçek Tourist Reservation Ofisini bulmanız lazım. Sonra ofislerde bulunan rezervasyon istek formunu doldurmanız gerekli. Bu forma, gideceğiniz trenin adını, numarasını, yolcuların adını, pasaport numaralarını, yaşlarını ve cinsiyetlerini yazıyorsunuz ve görevli, trende yer var mı yok mu bakıp size uygun alternatifler çıkarıyor. Ben, Hindistan demiryollarını çok başarılı buldum. Trenler hep zamanında kalktı ve bir tanesi hariç hiç rotar yapmadı. Yaptığımız otobüs yolculukları göz önüne alınırsa, tren yolculukları da oldukça rahattı.
Eveeet nerde kalmıştık.. Aslında Agra’ya gitmeyi planlamıştık ama ertesi gün için Agra treninde turist kotasında yer kalmamıştı. Biraz kafa yorduktan sonra Delhi’ye geçmeye karar verdik ve Sleeper Class’daki neredeyse son iki bileti zar zor aldık. Bütün okuduklarımız, Sleeper ile seyahat etmeyin yönündeydi ama kaderde macera yaşamak varsa, kaçmak olmaz deyip aldık biletleri (zaten başka alternatifimiz de yoktu). Varanasi-Delhi tren bileti Sleeper class : 370 para yani 12 TL’ye 795 km yol gittik. Hindistan’da seyahat etmek sudan ucuz yahu 🙂 Bilet bulabilmiş olmanın mutluluğuyla, istasyonda yerlerde yatan insanların üzerinden atlaya zıplaya çıktık dışarı ve gene atladık rikşaya, bu sefer 100 paraya !? Dasaswamedh Ghat’a geri döndük. Sıra kahvaltı etmeye gelmişti de, hijyen koşullarının minumumun altında olduğu bu yerde, yemek konusunda Lonely Planet’in önerilerine sadık kalmaya karar verdik ve açıkçası Hindistan’da nereyi önerdiyse hakikatten çok iyi çıktı.
Kahvaltı için, kutsal kitap Lonely Planet’ın “Top Choice” diye önerdiği “Brown Bread Bakery” e gitmeye karar verdik ve Varanasi’nin labirentvari sokaklarında “Brown Bread Bakery” tabelasını görünce haliyle oraya yöneldik. Ama merdivenleri çıkıp da vardığımız yeri görünce, “Allah Allah Lonely Planet buraya mı Top Choice demiş, hmmm, neyse bir bildikleri vardır” herhalde dediysek de.. üflesen yıkılcak gibi olması, bizden başka kimsenin olmaması şüphelendirmedi değil hani bizi. Varanasi günlerimizin ilerleyen zamanlarında anladık ki, Lonely Planet’in, Tripadvisor’ın önerdiği birçok yerin sahteleri mantar gibi türemiş burada, ve biz dakika bir gol bir sahtesini bulmuşuz. Ben gene krep, Gökçe gene omlet, buna da şükür diyerek karnımızı doyurduk.
sahte “Brown Bread Bakery”
Maymunlar her yerde hep sizinle 🙂 Sinsice birşeyler çalmaya çalışan, sinirlendiler mi etrafınızdaki parmaklıkları sarsan, bazıları benim yarım kadar, aslında biraz korkutucu hayvanlar. Kahvaltı ettiğimiz yerde, kendisine muz kabuğu uzatan adama, kandırıldığı için kabuğu kafasına fırlatacak kadar da akıllılar 🙂 Daha sonra biz de saldırılarına uğramadık değil ama bu hikaye daha sonra..

Şehrin büyüsü Ghat’larda.. Ghat’lar, Ganj nehrine inen basamaklara deniliyor. Bazılarında banyo yapılıyor, bazılarında çamaşır yıkanıyor, bazılarında ise ölü yakma törenleri düzenleniyor ama sonuçta hepsi aynı yerde aynı nehirde gerçekleşiyor. Bütün Ghatlar yanyana sıralanmış halde, normalde su seviyesi azken birbirlerine basamaklardan yürünebilirken, biz Muson mevsimi sonrasında gittiğimiz için, su seviyesi yüksekti ve Ghat’lara sokak aralarından dolanarak geçilebiliyordu.
Assi Ghat
İlk durağımız Assi Ghat. Sıralanmış Ghat’ların en güneyinde bulunan Assi Ghat, aralarındaki en büyüklerden biri ve genelde tekne turlarının başlangıç noktası.
Assi Ghat
Assi Ghat’da biraz vakit geçirdikten sonra, Amerikalı bir kadının işlettiği “Aum Cafe”de oturduk. 20 yıl önce Hindistan’a gelip yerleşen bu Amerikalı, Varanasi’de bir turistin ihtiyacı olan şeyleri farkedip, özen göstermiş. Örneğin, kullandıkları tüm sebze ve meyveleri arıtılmış suyla yıkayıp, bakterileri yok etmek için iyot çözeltisine daldırıyorlarmış. Ayrıca, “aman sodama buz koymayın” dediğim çocuk, “merak etmeyin, biz buzu da temiz suyla yapıyoruz” diye rahatlattı beni. Hindistan’da bu tip detaylar çok önemli.. Buz, genelde çeşme suyundan yapıldığı için içeceklerde olmamalı, kabuğunu kendiniz soymadığınız tüm sebze ve meyveler sakıncalı.. Genelde haşlanmış, kaynatılmış, kızartılmış şeyleri tercih ettik. Ben durumu biraz abartmış olabilirim. Peynir bile yemedim, şimdi bunu yaptıkları süt nasıldır, pastörize edilmiş midir falan diye düşünmekten. Napayım, daha seyahatinden başında hasta olmak demek, bu yoğun tempolu gezimizi zehretmek demek olacaktı.
“Aum Cafe”
Harishchandra Ghat
İkinci durağımız, ölü yakma törenlerini yapıldığı iki Ghat’dan biri olan “Harishchandra Ghat”. Manikarnika’ya göre daha küçük bir Ghat. Tabiki hemen yanımıza yaklaşıp, niyetinin sadece yardım etmek (!) olduğunu söyleyen bir çakal, bize törenlerle ilgili bir sürü şey anlatıyor. Bu iki Ghat’da da ölü yakma törenleri 24 saat devam ediyormuş. Bir ölünün yakılma işlemi yaklaşık 4 saat sürüyormuş. Bu törenlere, ölünün ailesindeki kadınların, acıya dayanamayıp kendilerine ateşe attıkları için, artık katılmaları yasaklanmış. Ölenlerin yakılmadığı beş durum varmış. Eğer ölen hamileyse, çocuksa, kobra sokmasından ölmüşse, Saduysa (Hint münzevisi) veya cüzzamlıysa yakılmıyor, ayağına taş bağlanarak Ganj’a bırakılıyormuş. Bundan dolayı, arada Ganj’da yüzen sarıp sarmalanmış cesetler görmek mümkün. Nedir Ganj’ın bu Hintlilerden çektiği.. Ölü yakma işlemi bittikten sonra, külleri, ölünün yakınlarına teslim ediliyor, onlar da külleri Ganj’a bırakıyorlar. Ölü yakılan Ghat’larda fotoğraf veya video çekilmesi kesinlikle yasak. Gitmeden, bazı bloglarda fotoğraf çektiği için Hint mafyasının eline düşenlerin durumlarını okuyunca, yeltenmedik bile. Sadece, tekne turundan birkaç kare çektik. Ghat’ların arka sokaklarında ise bir odun pazarlığı var. Ölü sahipleri maddi durumlarına göre uygun odunu seçiyorlar. Örneğin en pahalısı, en hızlı yanan sandal ağacı. Bize tüm bu bilgileri verdikten sonra, ipek dükkanlarını ziyaret etmez miymişiz diye soruyor bizim çakal, yok etmeyiz deyince, bizi nazikçe kovalalıyor oradan 🙂
“Harishchandra Ghat”daki ölü yakma töreni
Dün gece, sadece farelerin cirit attığı bu sokaklar, gündüz bambaşka bir kimliğe bürünüyor. Bu dapdaracık, kalabalık sokaklarda, her an bir inek tarafından kuyruk darbesi yemeye ramak kala, kızgın Samosa tavalarına teğet geçip, en az 5 kişinin size dokunarak kendine çekmeye çalışmasını egale edip, bir taraftan b.ka basmamaya çalışıp bir taraftan da sürekli tüküren bu milletin sizin ayağınızı nişan almamasını umarak yürümeye çalışıyorsunuz. Ölümün ve yaşamın bu kadar içiçe ve izlenebilir olduğu bu tuhaf şehirde dolaşmak, sanki başka bir gezegende dolanmak gibi.. Varanasi kesinlikle “Var Olmayan Ülke” gibi..