24/10/2015
Şimdi size fanstastik bir Indiana Jones masalı anlatacağım.. Sıkı durun, işte Kapadokya Ultra Trail 36 km maceramıza başlıyoruz 🙂
Geçen sene bu zamanlar Kapadokya’da gerçekleştirilen “TNF Kapadokya Ultra Trail” videosunu ilk izlediğim zaman, heyecandan nefesimi tutmuş olabilirim. Görüntüleri defalarca defalarca izledim ve o an içimden orda olmayı, orda koşmayı ne çok istediğimi düşündüm. Aradan gel zaman, git zaman, aklıma geldikçe, arada bir sürekli aynı videoyu izliyordum. Aylardan Haziran oldu, tamam dedim ben bu yola varım ve Kapadokya 30K parkuruna kayıt yaptırıyorum. Yapabilir miydim, tamamlayabilir miydim bilmiyordum ama içimde birşeyler o parkuru koşmayı çok ama çok istiyordu. Hemen, taze Kaçkar Ultra’yı koşmuş arkadaşım Sibel’i aradım, haydi dedi. Zaten sürekli bahsettiğim için ne kadar istediğimi bilen eşimden de yeşil ışık alınca, hemen uçak biletleri alındı, kayıt ücreti ödendi, antreman programları yapıldı. Gel gör ki, Temmuz ayında İstanbul’un sıcağı beni kötü etkiledi ve istediğim gibi antreman yapamadım, arzu ettiğim gibi hazırlanamadım. Biliyorum, bunlar bahane değil, insan istedikten sonra herşeyi yapabilir ama bir şekilde yeterince konsantre olamadım diyelim. Şimdiye kadar en fazla yarım maraton mesafesi koşmuştum ve o da aylar önceydi. Derken, organizasyon da geçen sene 33 km olan mesafeyi 36 km’ye çıkarmadı mı, Sibel’le beni derin düşünceler aldı 🙂
Ama tarih yaklaştıkça, tuhaf bir şekilde parkuru tamamlayacağıma yürekten inanıyordum. Eylül’de tatilde gittiğim heryerde koşmaya çalıştım. Ekim’de ise antremanlara asıldım ve son zamanlarda elimden gelen ne varsa yaptım. Fiziksel olarak hazır olmasam da, mental olarak hazırdım ve ordaki muhteşem parkuru belki 6 saatte olmasa bile mutlaka bitireceğimden emindim. Artık son haftaya girerken, son antremanlar yapıldı ve vücut dinlemeye bırakılırken, beni deli gibi bir heyecan sardı. Sibel’le sürekli telefonda konuşup, birbirimizin heyecanını katlıyorduk. Acayip bir ruh halindeydik, midemize kramplar giriyor, kalbimiz çarpıyor, içimde bastıramadığım çığlıklar yükseliyordu. Parkuru, Google Earth’den defalarca incelemiştim. Hangi kilometrelerde yürüyüp, hangi kilometrelerde koşacağımızı aşağıya yukarı kararlaştırmıştık. 36K parkuru, toplamda 935 mt irtifa kazanımlı 3 etaptan oluşmaktaydı. 10,5. km’deki İbrahimpaşa ve 22,7. km’deki Göreme istasyonları için cutoff zamanları 2şer saatti. İlk etapta, enerjimizi dengeli kullanabilmek için çok hızlı değil ama sürekli bir şekilde tempolu koşmayı planladık ve 10,5. km’deki 1. istasyona varış için zaman hedefimiz 1,5 saatti. İkinci etapta ise; parkurun en yüksek noktasına çıkacağımız ilk 4 km’lık tırmanışı tempolu şekilde yürümeye, ardından Zemi vadisiyle başlayan inişlerde hep koşmaya karar verdik ve 22,7. km’deki 2. istasyona varış hedefimiz 3 saatti. Ve yorulmaya başladığımız kısım olacak üçüncü etabın ise yükseklik eğrisinden öyle görünmese bile, bizi en zorlayacak kısım olacağını düşündük ve eğer planımız buraya kadar zamanında giderse, bu aşamadan sonra finish’e kadar olan son 13,3 km’yi bitirmek için 3 saatimiz olacaktı. Bu 3 saatte de yürü koş, yürü koş şeklinde yaparak finish’e cut off zamanı olan 6 saatten önce varabiliriz diye planladık.


Derken günler geçti ve yarış haftası geldi. Her gün bir tane Supradyn aldım, bol bol su içtim ve protein/karbonhidrat ağırlıklı beslendim. Aksi gibi, yarışa son 3 gün kala hastalık emareleri göstermeye başladım ve ekstradan Nurofen ve Umka da menülerime eklendi. Gelgelelim yarış sırasında nasıl beslenecektik? Hiç bu kadar uzun bir mesafe koşmadığım için daha önce buna pek kafa yormamıştım ama 6 saatlik bir koşuda enerjisiz kalmamam için beslenme çok önemliydi. Suni enerji jellerini daha önce denememiştim ve midem biraz hassas olduğundan bu tarz şeyleri alıcak mı emin değildim ve ev yapımı enerji jeli olayına girdim. İnternetten okuduğum birkaç tarifi kendi ağız tadım ile kombinleyince hiç de fena olmayan bir tarif geliştirdim ve bir 10K koşu sırasında denediğimde de midemde bir sıkıntı yaratmayınca kalite onayını da vermiş oldum.
Cuma akşamı Sibel Nevşehir’e, ben de biraz rötarlı olarak Kayseri’ye uçtuk. Argeus’un kusursuz organizasyonu sayesinde havalimanına iner inmez servisle otellere bırakıldık. Biz, konaklama için Elvan Hotel’i tercih ettik. Hem yarış başlangıcına hem de şehir merkezine çok yakındı. Ben otele vardığımda Sibel çoktan yarış kitini almış, çantasını hazırlamış, yatağına yerleşmişti bile. Ben de gelir gelmez koşa koşa, yarış başlagıç noktasından 300 mt kadar ilerde olan kayıt merkezine ulaştım ki şehir içine yerleştirilen işaretler sayesinde oldukça kolay oldu. Kayıt formunu doldurup, zorunlu malzeme kontrolünü geçtikten sonra yarış kitimi ve göğüs numaramı alıyorum. Yarış kitimizden North Face yarış T-shirt’i, sponsor Fiat’dan bir bardak altlığı ve yarış kitapçığı çıkıyor.

Deliksiz bir uyku ile sabah gayet dinlenmiş uyandık. Bir ara 60K ve 110K koşucularının başlama anonslarını duydum, içimden onlara başarılar dileyerek uykuma devam ettim. Gözlerimi açtığımda, dün gece bastırdığım tüm heyecanım geri gelmişti. Çanta çok mu ağır oldu, hava yağmurlu gösteriyor acaba yedek Tshirt alsam mı kararsızlıkları içinde hazırlanıyoruz. Çantamın arkasındaki camel bag’a su, öndeki mataraya Powerade dolduruyorum. Yanıma kendi hazırladığım 30 mL enerji jellerinden 3 adet, Tadımca enerji barı (ki yiyemedim), Koska tahin-pekmek karışımı, bir poşet kaju-kuru üzüm-hurma-ceviz karışımı alıyorum.

Birazdan başlarına geleceklerden habersiz mutlu yüzler :))
Giyindik, hazırlandık, kahvaltımızı ettik, üzerinde duble Türk kahvelerimizi de içtik, ve işte hazırız ! Biz kahvaltı etmeye başladığımız sıralar başlayan yağmur, giderek şiddetlenerek yağmaya devam ediyordu ve anlaşılan yağmurdan kaçarımız yoktu. 9:45 gibi start noktasına vardık ve herkes gibi kendimizi çadırın içerisine attık.



Derken saat 10 oldu ve 380 kişi ile birlikte biraz gerilerden yarışa başladık. Şimdiden sırılsıklam olmuştuk ama çok da önemsemedik. Yarış, Ürgüp’ün hafif eğimli kaldırım taşlı sokaklarında düşük tempolu koşarak, ardından su göletlerine girmemeye, çamura gömülmemeye çalışarak, bir yandan da insanların arasında kendi tempomuzu bulmaya çalışarak başladı. Ardından ağaçların arasından, yarışın diğer kısımlarına göre genişçe sayılabilecek patika bir yoldan, sürekli bir pozitif ama koşulabilir bir eğimde devam etti. Sağanak yağmur ve çamur bizi yavaşlatsa da yarışın ilk yarısında planladığımız gibi tempolu koşarak, önce 6. km’de Ortahisar’dan geçerek, tam 1,5 saatte 10,5. km’deki İbrahimpaşa istasyonuna vardık. Tam bu sırada yağmur kesildi ve yerini güneşe bıraktı. 1. istasyonda yağmurluklarımızı çantaya kaldırdık, mataraları doldurduk, bir tane hurma, bir tane enerji jeli attık ağzımıza derken 8 dakika oyalanmışız bile. Bundan sonra 4 km’lik sağlam bir tırmanış bizi bekliyordu. Sibel’le birlikte 10 pace şeklinde gayet tempolu bir şekilde yürüyerek tırmanmaya başladık.


Fotoğraf : Brian Hodes
ve tırmanış bitip anayolu geçtikten sonra Kapadokya’nın kendine özgü Zemi Vadisi’ne girmemizle herşey bir Alice Harikalar Diyarı’nda masalına dönüşmeye başladı. Bana göre kesinlikle parkurun en güzel kısmıydı. Vadi dik bir eğimle alçalıyordu ve sadece tek kişinin geçebileceği bir patikadan, peri bacalarının arasından hoplaya zıplaya, karşımıza çıkan engelleri aşarak, mağaralardan neredeyse emekleyerek, mutluluktan uça uça koşuyorduk. Koşarken bir taraftan etraftaki güzelliklerin tadını çıkarmaya, bir taraftan yağmur ve çamur sebebiyle oldukça kayganlaşan parkurda bastığımız yere dikkat etmeye çalışıyorduk. Tam bir engeli aştık derken karşımıza başka bir engel çıkıyor, parkur süprizleriyle bizi şaşırtmaya devam ediyordu.

Güzel bir tempo tutturmuş gidiyorken, 19. km civarında birden 20 kişinin bir yerde toplandığını ve aşağı baktığını gördük. Ahanda dedik, kesin biri aşağı düştü. Geldik baktık ki, uçurum gibi bir yerden bir halata tutunarak iniş yapmamız gerekiyordu ve hem parkurda 380 kişi olup hem de yağmurdan iyice kayganlaşan parkurda, insanlar da temkinli inmeye çalıştıklarından, ip başında uzun kuyruklar oluşmaya başlamıştı. Orada yaklaşık 15 dakika kaybettik. Tabi bu durum, 22,7. km’deki 2. checkpoint olan Göreme istasyonuna planladığımızdan daha geç, cut off süresine 15 dk kala, 15:45 gibi giriş yapmamıza neden oldu.

İp inişini göstermek amaçlı Fotoğraf : Veysel Çetiner

Yorgunluktan ölmüşüz ama gene de ağzımız kulaklarımızda 🙂

Göreme istasyonuna yaklaşırken Gökçe’yi görünce ben 🙂
Eşim Gökçe de sabah 7 uçağıyla gelecekti. Sabah start’ımza yetişmemişti. Tam da Göreme istasyonuna yaklaşırken yolda onu görmek keyfimi yerine getirdi. Zira, şu ana kadar maksimum koştuğum mesafe olan 21 km’nin üzerinde ilerliyordum ama vücudum artık tükenmeye başlanmıştı. Göreme istasyonunda gönüllü görev yapan tanıdık bir yüz, Dilek Özgürel’i görmek de bana iyi geldi. Dilek’in de yardımıyla hem camel bag’ımı, hem de mataramı suyla doldurdum, bir mandalina götürdüm ve sponsor B-Active’in verdiği pembe renkli protein içeceğinden içtim. Bir de kendi enerji jelimden bir tane içtim hızlıca. Tshirt’ım sırılsıklamdı ama değiştirmekle vakit kaybetmek istemedim. Artık tükenmeye başlamıştım ve modum düşmeye başlamıştı. Neyseki herhangi bir ağrı, sızı, kramp vs yoktu ama bacaklarım yorgunluk emareleri göstermeye başlamıştı.

Fotoğraf : Brian Hodes
Ve parkurun 3. ve son bölümü. Finish’e kadar 13,3 km ve 2 saat 5 dk’mız var. Buraya kadar görece düz ve yokuş aşağı heryerde koşmuştuk, sadece rampalarda tempolu olarak yürümüştük ama artık bu noktadan sonra bazı bazı yürü, gücümüzü topladığımızda koş şeklinde devam edebildik. Parkurun bu son kısmı tahmin ettiğimizden de zorlu geçiyordu. Yer yer yokuşlar o kadar dikleşiyordu ki ve bitmek bilmiyordu ki, oralarda son kalan enerjimizi de bir bir tüketiyorduk. Daha zor karşımıza ne çıkabilir derken öyle bir yere geldik ki, yok artık dedim. Kılıçlar vadisinin içinde bir noktada inebilmek için 3 tahta merdiven koymuşlar ama çamurdan öyle kaygan hale gelmiş ki, birilerinin yardımı olmadan merdivenin başına geçmek oldukça zor. Herkes birbiri ile yardımlaşma halinde, imece usulü iniyoruz merdivenlerden. Sonuncu merdivende hatta ben biraz da tırsmış olabilirim zira merdivenin başladığı noktayla durduğumuz nokta arasında kocaman bir boşluk vardı ve ancak kayaların kenarlarına basarak tehlikeli bir biçimde merdivenin başına gelebiliyordunuz. Bir yandan acayip bir keyif alıyorum bir yandan da yorgunluk, dikkat azalması ile birlikte şimdi düştüm düşecem modunda iniyorum 🙂

Merdiveni gösterme amaçlı Fotoğraf : Veysel Çetiner
30. km’lere kadar bir Sibel, bir ben önde yürüye koşa devam ettik. Ben 30’dan sonra konuşma ve düşünme güdülerimi artık kapattım ve sadece saatime ve işaretlere bakarak koşuyordum son kalan enerjimle. Sibel’in arada sorduğu sorulara “evet/hayır/yok” gibi ancak kısa kısa cevaplar verebildiğimi hatırlıyorum 🙂 Sürekli cut off zamanı olan 6 saate yetişip yetişemeyeceğimizi hesaplamaya çalışıyorduk. Sibel iki adım önümde, arada bir “Özgeee, sınırdayız, hadi devamm !!” diye bağırıyordu. O son 6 km bir türlü bitmek bilmiyordu. Artık 6 saate yetişmeyeceğimizi anlamıştık fakat sonuçta bu yarışı kendimiz için koşuyorduk, kendimizi geçmek için, kendi en iyi derecemizi yapmak için. Elimizden geleni yaptık demeden bırakmayacaktık. Son 3 km’de Sibel hızlanmıştı, onun hızlanması beni de motive etti, o önce ben arkada var gücümüzle koşmaya başladık. Nihayet Ürgüp sokaklarındaydık, az kalmıştı, dayan diyordum kendime, aylardır bugünün hayalini kurdun, şimdi tüm gücünle finish’e varma zamanı, durursan bitersin 🙂 ve finish takını görünce yüzümde beliren gülümsemeyle, organizasyonun ölçtüğü zamana göre Sibel 06:11, ben 06:13 dk’da finish takının altından geçtik ve ben kendimi Gökçe’nin kollarına attım, “bitirdim!” diye fısıldayarak 🙂 Organizasyonun ipte yaşanan bekleme yüzünden cut off süresini 15 dk uzatmasıyla da official finisher olduk !! 🙂 Bizden mutlusu yok artık !


Bitirdiğimde bir süre kendime gelemedim. Organizasyonun yemek alanında bir çorba içtim, iyi geldi. Çok yorulmuştum ama o an hissettiğim sadece ne kadar mutlu olduğumdu. Oldukça zor ama bir o kadar muhteşem ve keyifli bir parkurdu ve biz antreman eksiğimize rağmen bence gayet iyi bitirdik. Ben o gün kendimi kesfettim koşarken, kendimin bile bilmediği kendimden bir parça buldum o parkurda.. Sınırlarımı nereye kadar zorlayabileceğimi gördüm.. O parkurda koşarken ne kadar yorgun olursam olayım, ne kadar mutlu olduğumu ve yüzümde durduramadığım bir gülümse olduğunu farkettim.. Unutamayacağım anılar edindim.. İyiki gitmişiz be Sibel 😉
Öncelikle böyle güzel bir organizasyon için emeği geçen herkese kendi adıma çok teşekkür ediyorum. Havalimanı transferinden, kayıt alanına herşey özenle düşünülmüş ve ayarlanmıştı. Ben 36K parkurunun güzelliği karşısında sürekli bir hayranlıkla ve mutlulukla koştum 🙂 ve 36K parkurunda işaretlemelerin de çok iyi olduğunu düşünüyorum, herkesin eline sağlık.
O gün, orada 36K, 62K ve 110K parkurlarında koşmaya cesaret eden herkesi kutluyorum ve bu macerada bana yoldaş olan Sibel’e ve beni desteklemek için Cumartesi sabahın köründe kalkıp gelen, Pazar akşamı maçı kaçıran sevgili eşim Gökçe’ye de sonsuz teşekkürler.. 🙂
Seneye tabiki gene orda olacağız 😉

Strava kaydım