Baobab ağaçları altında geçirdiğimiz geceden sonra yeni bir güne 05:50’de kalkarak başladık. Sabah kahvemizi yudumladıktan ve kampımızı topladıktan sonra 06:30’da çok heyecanlı bir buluşma için yeniden yollara düştük, fillerle kahvaltı randevumuz vardı 😉 Yolda, başka bir G aracı ile karşılıklı geçmeye çalışırken kuma saplanıp ufak bir kaza geçirsek de, 10 gibi “Elephant Sands”e vardık.
Elephant Sands (www.elephantsands.com), 16000 hektarlık bir alanda, koca bir su birikintisinin etrafında bir restoran ve birkaç evden oluşan bir mekan. Sahipleri sürekli bu birikintiye su basarak, filleri o tarafa doğru çekiyorlar ve onları yakından izleyebiliyorsunuz. Hiçbir yerde çit de olmadığı için, bu sevimli hayvanlar rahatça dolaşabiliyorlar ve gelip sizin kahvaltınızdan bir lokma dahi alabilirler, o derece 🙂
Oraya vardığımızda ortalıkta fil falan yoktu ama daha masamıza oturmadan, sanki “Ooo, G Adventure’in turu da gelmiş, ben de nerde kaldılar diyordum” dercesine, bir tanesi koştura koştura yanımıza geldi, orda olduğumuz süre boyunca, kah su içti, kah hortumu ile kendini yıkadı ve bizi kendisini izleme zevkinden mahrum bırakmadı. Güzel bir kahvaltıdan sonra, uzun uzun bu güzel yaratığı seyrederek kahvemi içtim. Çok ama çook güzel hayvanlar filler..
photo by Yasmin Mills
Elephant Sands’ten ayrıldıktan sonra Kasane’ye doğru yola koyulduk. Bu yola “Elephant Highway” deniliyormuş, ismini hak edecek kadar da fil gördük gerçekten de. Bu yola ilk çıktığımızda, Wendy ilk kez “ahanda fil” diye seslendiğinde hepimiz cama yapışmış, filin milyonlarca fotoğrafını çekmiştik. Elephant Highway’da ise file o kadar doyduk ki, Wendy artık “fil !” diye seslendiğinde, bir süre sonra kafamızı çevirip bakmamaya bile başladık 🙂 T.I.A (This is Africa) dostum ! Afrika, yolda giderken fil hem de çok fazla fil görebilmektir.
Bu Elephant Highway’de bir fil ailesi görünce durduk, onlarda hemen korumacı içgüdüsüyle bebek fili aralarına aldılar, bizden saklamak için 🙂 Çook tatlılar..
Khama Rhino Sanctuary’de yaptığımız Game Drive’dan sonra, hemen toparlanıp bir sonraki durağımız için yola koyulduk veee 6 saatlik bir yolculuktan sonra Maun’a vardık. Maun’da önce biraz para bozdurarak yeni para birimiz Pula’ya kavuştuk sonra da “Island Safari Lodge” da kampımızı attık. Ardından akşam yemeğinde gelsin barbeküde etler metler, yummyy :)) Afrika’nın havasından mıdır suyundan mıdır nedir buranın hayvanları pek lezzetli 🙂
Yolda giderken dünyanın en geniş tuz düzlüklerinden biri olan “Makgadikgadi Pans”ın yanından geçtik. Bu alan, binlerce yıl önce kuruyan Makgadikgadi gölünden geriye kalanlarmış ve alan olarak İsviçre’den daha büyükmüş. Bir de yolda giderken ilk filimizi gördüğümüz için çok heyecanlandık ! T.I.A. ! “This is Africa” dostum; Afrika, arabayla giderken yolun kenarında aniden bir fil görmektir 😉
Makgadikgadi Pans
07/10/2014
Maun’da gene çok erkenden yeni bir güne başladık. Çok heyecanlıyım, çünkü seyahatin en iple çektiğim anı yaklaşmakta, muhteşem Delta’ya yaklaşmaktayım.. Safari için herkes gibi Kruger Park’a gitmeyişimizin, Botswana’ya gelişimizin, neden fellik fellik özellikle Botswana’dan geçen safari arayışımızın işte nedeni.. büyülü Okavango Deltası.. Öyle bir manzara düşünün ki, çöllerin içinde oluşan bir vaha gibi, sularının asla denize ulaşamadığı, sanki yegane amacı Botswana’ya hayat vermek için doğmuş, amacını tamamlayınca da kendini çölün kollarına bırakmış bir mucize..
Durun durun en baştan başlayayım 😉 Maun’da kaldığımız “Island Safari Lodge”da (http://www.islandsafarilodge.co) eşyalarımızı ve rehberimiz Wendy’yi kamp yerinde bırakıp Reiner ile birlikte, yanımıza sadece 1 günlük eşya alarak önce motor botlarla yola koyulduk. Yaklaşık 1 saat boyunca önce geniş sulardan Delta’nın daha da derinliklerine gideceğimiz mokoro istasyonu olan bir adaya geldik. Yolda kartal, timsah gördükçe durduk, bol bol fotoğraf çektik.
motor bot
Sonra, mokoro istasyonunda motor botumuzdan mokoro’lara transfer olduk. Mokoro, deltanın sığ sularında ilerleyebilmek için kullanılan geleneksel bir kano. Eskiden ağaçtan yapılıyormuş ama ömrü uzun olmadığı için şimdilerde fibreglass’dan üretilmekte. Her bir mokoro 2 yolcu ve limitli eşyalarını almakta ve “poler” denilen kanonun arkasında ayakta durup, kanoyu deltanın sularında uzun ağaçtan sopalarla ilerleten kişilerle yönlendirilmekte..
mokoro istasyonu
Mokoro’ya bindikten sonra tek yapmanız gereken arkanıza yaslanıp keyfinize bakmak.. Mokoroyu “poler” gayet güzel dengelemekte ve deltanın sığ sularında huzur içinde ağır ağır ilerlerken insan kendini harikalar diyarında gibi hissetmekte.. Salına salına ilerlerken, banyo keyfi yapan bir fil ailesi ile karşılaştık! Bu muhteşem hayvanları izlemeye doyamayarak geçtik yanlarından yavaşça..
Bizim “poler” ımız adı Ofena. Ofena ve onun gibi poler’lar mokoro istasyonu olan adada yaşamakta. Adadaki herkes 18 yaşına gelince poler oluyor, ve hayatının geri kalanını bu işi yaparak geçiriyor. Polerlar biraz utangaç ama sorduğunuz tüm sorulara cevap vermekte, size gördüğü her timsahı göstermek için elinden geleni yapmakta..
Poler’ımız Ofena
1,5 saatlik bir mokoro seyahatinden sonra konaklayacağımız adaya vardık ve çadırlarımızı kurduk. İşte suyun, elektriğin olmadığı, telefonun çekmediği bu adada, artık deltanın derinliklerinde, hayvanlarla iç içeyiz. Rehberlerin uyarıları net; tek başınıza tuvalete gitmeyiniz (tuvalet dediğim poler’ların yere kazdığı bir çukur), gece çadırı açıp da size bakan gözler görürseniz çadırın fermuarını geri kapatınız :), parlak renkli kıyafetler giyip hayvanların dikkatini çekmeyiniz.. Önce biraz kestirdik sessizliğin huzuruyla.. Sonra hippo havuzunda yüzmeye gittik. Ortamın havasından gaza gelip girdiysem de hippoların, timsahların, türlü türlü minik şeylerin yüzdüğü delta sularında yüzmek şu hayatta yaptığım en aptalca şeylerden biri oldu. Ne diyebilirim, büyülü delta 🙂
evet, işte orda yüzdük
Deltanın sularında yıkandıktan sonra, yeniden atladık mokorolara, bu sefer yürüyüş yapmak için başka bir adaya gittik.. 1 saat kadar zebraların, impalaların yakınından yürüdük, bol bol fotoğraf çektik. Muhteşem bir günbatımında tam mokorolarımızla dönüş yoluna geçmiştik ki, bir hippo homurdanması duyduk, sazların arasından.. Ahanda bir hippo, kendisi suyun altında, sadece gözleri suyun üzerinde bize bakmakta.. Biz tabi saf sehirliler hippoya neden yaklaşmıyoruz diye hayıflandıysak da sonradan hippoların çok tehlikeli olduğunu, insanların en fazla hippolar tarafından öldürüldüğünü, hippoların öylesine bile insan öldürdüğünü anlattılar. Ama ne yapalım, biz çocukluğumuzdan beri hippoyu çizgi filmlerden tek dişli, sevimli, “happy hippo” olarak tanıdık. Bu yanaklarını avucunuzun içine alıp, “uuuuu…” diye sevesiniz geldiği hayvan, nasıl bu kadar tehlikeli olur, inanasınız gelmiyor valla.. Bizim önümüzdeki mokorolar, aynı hippoyu ağzını açmış kendilerine yaklaşırken görmüşler, çok korkmuşlar ve hemen topuklayarak olay yerinden uzaklaşmışlar.
yürüyüş yaptığımız ada..
Hippo tarafından yenmekten ucuz kurtulup adamıza geri döndük. Kamp ateşi etrafında, başka hiçbir ışığın olmadığı bu yerde gökyüzünü izlemek.. tek kelime ile muhteşemdi. Gece, polerlarımız bize şarkı söyledi, dans etti, birlikte komik oyunlar oynadık. Sonra hayatımda ilk defa ateşte marsmallow erittim, lezizzz.. Söyledikleri “Beautiful Africa” şarkısını hala zaman zaman mırıldanırken buluyorum kendimi.. Biz videoya almamışız ama youtube’da alan birisini buldum 🙂
Gece, hippo seslerini dinleyerek, her çıt sesinde gözümü açıp çadırın penceresinden bir fil bacağı görme umuduyla yarı uyur uyanık geçti.. 🙂 Delta’nın büyüsüyle huzurla doldum. Beautifuuul Deltaaa..
Khama Rhino Sanctuary, 1992 yılında gergedan katliamını önlemek ve gergedanları koruma altına almak için kurulmuş bir vahşi hayatı koruma projesi. Gergedanların boynuzları Asya’daki kara borsada çok değerli olduğu için bir dönem bu sevimli hayvanları deli gibi katletmişler. Şimdiyse gergedan katliamını önlemek bir ülke politikası haline gelmiş. Sokaklardan tutun havalimanlarına kadar birçok yerde afişler bulunmakta. 8600 hektarlık alana kurulmuş bu tesis, Kalahari çölüne ait topraklarda bulunuyor. İsmini, gergedan katliamının önlenmesine büyük destek veren eski Botswana başkanı Khama’dan almış. Kendisi helikopterle gergedan avlayanları vurması ile tanınırmış !?
Şu an Khama Rhino Sanctuary sınırları içerisinde 40 beyaz ve 4 siyah gergedan bulunuyor. Sayı maalesef oldukça az, çok üzücü öyle değil mi.. Bu koruma alanı içerisinde ister belirlenen kamp alanları içerisinde kamp yapabilir, isterseniz de evlerde kalabilirsiniz. Su, duş, tuvalet gibi imkanları mevcut.
Khama Rhino Sanctuary
Sabah 05:00 gibi (!) uyandık, çadırımızı topladık ve gözlerimiz yarı kapalı kahvemizi yudumlayıp, birşeyler atıştırdıktan sonra 06:00’da aracımızla safariye başladık. Yaklaşık 2 saat boyunca alan içerisinde 4×4 aracımızla dolaştık. Buz gibi havada tek kelimeyle donduk. Atkı, bere yanımda ne varsa geçirdim üzerime yanımdaki İngiliz hatun şortla gayet halinden memnun gözükürken ! Önce zebralar göründü. Hem biraz meraklı hem de oldukça utangaç olan bu hayvanlar o kadar güzel ki, bakmaya doyamıyorsunuz. Zebra, Botswana’nın ulusal hayvanı ve bayrağındaki siyah-beyaz çizgiler de onu temsil ediyor.
Sonra sevimli ve meraklı impalalar koşuşturdu etrafımızda. İnanmayacaksınız ama Zambia’da Gökçe, menüde bu tatlı hayvanları mideye indirdi !
ve zürafaları yakaladık karınlarını doyururken.. Zürafalar doğduklarında 1/1.2 mt boyunda ve yaklaşık 100 kg ağırlığında oluyorlarmış. Yeni doğmuş bir gergedan yavrusundan (40 kg) çok daha ağır. Yetişkin bir zürafa ise 5,5 mt’e ulaşabiliyormuş.
ve işte bir beyaz gergedan.. Koruyucunun söylediğine göre bugün hava nispeten sıcak olduğu için şanslıymışız çünkü gergedanlar soğuk havaları hiç sevmezlermiş, çalıların arkasına saklanırmış. Böyle açık arazide görebildiğimize çok sevindik. Siyah gergedanların beyaz olanlara göre daha hızlı tükenmiş olmasının sebebi, siyah gergedanlar çok daha sinirli ve agresif hayvanlar olmaları sebebiyle insanlar tarafından daha fazla katledilmiş 😦
Tanıştırayım, işte önümüzdeki bir hafta boyunca evimiz; Denver. Biz bu seyahatte 17 kişi + 2 rehber Denver’le çok uzun yollar kat ettik. Denver hem evimiz, hem mutfağımız hem de bazılarımız için yatak oldu. Denver özellikle arkada oturuyorsanız biraz rahatsız olsa da bizi hiç yolda bırakmadı.
ve işteee Denver !
Otobüste yer konusunda hergün yer değiştirmeye karar verdik ama her zamanki gibi çok şanslı olan bizler seyahat boyuncaki en uzun bu 10,5 saatlik yolculukta en arkaya düştük 🙂 Biraz fazladan hoplasak ve zıplasak da, pek umursamadık. Çünkü işte biz burda Afrika’daydık! ve camdan izlenecek, uzaklara dalınacak muhteşem bir coğrafya bulunmaktaydı. İşte böyle tıngır mıngır başlayan yolculuğumuzda, bir ara yolun kenarındaki ender ağaçların birinde durup öğle yemeği molası verdik. Hemen sandalyelerimizi çıkardık ve hiçliğin ortasındaki bu ağaç gölgesinde sandviçlerimizi afiyetle yedik.
öğle yemeği molamız..
Şimdi biraz da bu katıldığımız turun konseptinden bahsetmek istiyorum. G Adventures’in “Botswana and Falls Adventure” turu bir “Yolo” tur. Yani çadırda konaklayacağınız, kendi çadırınızı kendiniz kurup toplayacağınız, bulaşığınızı kendiniz yıkayacağınız yemek yapılmasından kamp alanının kurulmasına/toplanmasına yardım edeceğiniz, “katılımcı” tarzda bir safari turu (participation safari diye geçer). Ki, hayata 5 yıldız otelde kalmamış, başkası tarafından hizmet edilmesinden de pek hoşlanmayan bizler için tam da istediğimiz tarzda bir tur oldu. Rehberler inanılmaz kafa, tesadüfen bir araya gelmiş bu 17 kişilik ekip o kadar uyumluydu ki, Reiner’in dediği gibi başından beri biz bir aile gibiydik. İlk gün Denver’a asılan görev değişim tablosuna bile bir süre sonra kimse bakmaz, herkes bir işin ucundan tutar oldu. Zaten kamp hayatına oldukça alışkın bizler de çadır kurmaktan/toplamaktan asla yorulmazdık. Geceleri Afrika yıldızları altında kamp ateşi etrafında biralarımızı yudumlamak, muhteşem Afrika gün doğumunu izlemek, kamp ateşinde Reiner’in yaptığı etleri götürmek herhalde benim için bu turun en unutulmaz anları arasında yerini alacak. Sürekli bir koşturmaca halinde olmamıza rağmen, Wendy’nin ne ara alışveriş yapıp öğle yemeğini hazır ettiğini, bizimle o kadar yol yapıp, 5’de gözümü açtığımda bizlerden erken kalkıp kahvaltıyı hazırlamış olduklarını görmek, her türlü ince detayı hep önceden düşünmüş olmaları beni hep şaşırttı. Biz bu bir haftanın her anından çok keyif aldık, yeni tanıdığımız bu insanları o kadar çok sevdik ve alıştık ki, şu an o kamp ateşi başında oturduğum, güldüğüm ve kafamı gökyüzüne kaldırıp o parlak yıldızları içime çektiğim anları çok özlüyorum çünkü nerde olursa olsun insanlardır anı keyifli yapan..
Neyse, maceramızı anlatmaya kaldığım yerden devam edeyim 🙂 Pazar sabahı tam 7’de teker kestik. Önce Botswana sınırını geçecek ve ardından çoook uzun bir yolculukla Khama Rhino Sanctuary’a varacaktık. Saat 14:15 gibi Botswana sınırına vardık. Seyahate çıkmadan evvel Botswana Türkiye’den vize istiyor mu konusunda çelişkili kaynaklar gördük ve kafamız biraz karıştı ama en sonunda Dış İlişkileri Bakanlığı’nın internet sayfasına güvenerek vize istenmediğine kanaat getirdik. İşin ilginç tarafı, Botswana’nın Türkiye’ye vize uygulaması geçen sene bir iş adamları zirvesinde kaldırılmış, şansımıza 🙂 (http://www.zaman.com.tr/ekonomi_botsvana-turklere-vizeyi-kaldirdi_2059999.html)
14:15 gibi Botswana’nın “Martin’s Drift” sınırından 19 kişi yarım saatte geçtik ve işte Botswana’dayız.
Okavango Delta
Büyülü Botswana’dan bahsedeyim biraz.. Afrika’nın en düz ülkesi olan Botswana topraklarının büyük bir kısmını Kalahari çölü, diğer kısmını ise Okavango deltası oluşturuyor. Ülke o kadar kurak ki, bayrağı oluşturan mavi renk yağmuru temsil ediyor, ülkenin para birimi de “pula” yani yağmur demek. Yağmur, onlar için para kadar değerli çünkü. O kadar ilginç ki; Angola’dan doğan Cubango nehri, Botswana’ya girdiğinde Okavango ismini alıyor ve Okavango deltasını oluşturarak bütün canlıların hayat kaynağını oluşturuyor. Bütün sularını çöle bırakan Okavango nehri asla denize ulaşamıyor. Çok etkileyici değil mi.. Elmas madeni zengini olan ülke, Afrika ülkeleri arasında orta düzeyde bir konumdadır. Ama maalesef halkının %25’i HIV vürüsü taşımaktadır.
Nerde kalmıştık.. Evet, 8 saatlik planlanan yolumuz, sınır geçişi ve bozuk yollar sebebiyle 10,5 saat kadar sürse de nihayet 17:30 gibi Khama Rhino Sanctuary’e vardık. Hemen kampımızı kurduk, yemeğimizi yedik ve bu ilk gecemizde ateşin başında biralarımızı yudumladık da bu Afrika biraları çok light yahu, hiç kesmiyor :p Artık çöl iklimindeyiz. Her yerin kumla kaplı olmasını geçtik, gecelerin bu kadar soğuk olması da beklemediğimiz bir durumdu. Uyku tulumlarımız fena olmasa da Gökçe de ben de geceyi donarak geçirdik ve diğer gecelerin böyle olmamasını umduk