06/10/2014
Khama Rhino Sanctuary’de yaptığımız Game Drive’dan sonra, hemen toparlanıp bir sonraki durağımız için yola koyulduk veee 6 saatlik bir yolculuktan sonra Maun’a vardık. Maun’da önce biraz para bozdurarak yeni para birimiz Pula’ya kavuştuk sonra da “Island Safari Lodge” da kampımızı attık. Ardından akşam yemeğinde gelsin barbeküde etler metler, yummyy :)) Afrika’nın havasından mıdır suyundan mıdır nedir buranın hayvanları pek lezzetli 🙂
Yolda giderken dünyanın en geniş tuz düzlüklerinden biri olan “Makgadikgadi Pans”ın yanından geçtik. Bu alan, binlerce yıl önce kuruyan Makgadikgadi gölünden geriye kalanlarmış ve alan olarak İsviçre’den daha büyükmüş. Bir de yolda giderken ilk filimizi gördüğümüz için çok heyecanlandık ! T.I.A. ! “This is Africa” dostum; Afrika, arabayla giderken yolun kenarında aniden bir fil görmektir 😉

Makgadikgadi Pans
07/10/2014
Maun’da gene çok erkenden yeni bir güne başladık. Çok heyecanlıyım, çünkü seyahatin en iple çektiğim anı yaklaşmakta, muhteşem Delta’ya yaklaşmaktayım.. Safari için herkes gibi Kruger Park’a gitmeyişimizin, Botswana’ya gelişimizin, neden fellik fellik özellikle Botswana’dan geçen safari arayışımızın işte nedeni.. büyülü Okavango Deltası.. Öyle bir manzara düşünün ki, çöllerin içinde oluşan bir vaha gibi, sularının asla denize ulaşamadığı, sanki yegane amacı Botswana’ya hayat vermek için doğmuş, amacını tamamlayınca da kendini çölün kollarına bırakmış bir mucize..
Durun durun en baştan başlayayım 😉 Maun’da kaldığımız “Island Safari Lodge”da (http://www.islandsafarilodge.co) eşyalarımızı ve rehberimiz Wendy’yi kamp yerinde bırakıp Reiner ile birlikte, yanımıza sadece 1 günlük eşya alarak önce motor botlarla yola koyulduk. Yaklaşık 1 saat boyunca önce geniş sulardan Delta’nın daha da derinliklerine gideceğimiz mokoro istasyonu olan bir adaya geldik. Yolda kartal, timsah gördükçe durduk, bol bol fotoğraf çektik.
Sonra, mokoro istasyonunda motor botumuzdan mokoro’lara transfer olduk. Mokoro, deltanın sığ sularında ilerleyebilmek için kullanılan geleneksel bir kano. Eskiden ağaçtan yapılıyormuş ama ömrü uzun olmadığı için şimdilerde fibreglass’dan üretilmekte. Her bir mokoro 2 yolcu ve limitli eşyalarını almakta ve “poler” denilen kanonun arkasında ayakta durup, kanoyu deltanın sularında uzun ağaçtan sopalarla ilerleten kişilerle yönlendirilmekte..
Mokoro’ya bindikten sonra tek yapmanız gereken arkanıza yaslanıp keyfinize bakmak.. Mokoroyu “poler” gayet güzel dengelemekte ve deltanın sığ sularında huzur içinde ağır ağır ilerlerken insan kendini harikalar diyarında gibi hissetmekte.. Salına salına ilerlerken, banyo keyfi yapan bir fil ailesi ile karşılaştık! Bu muhteşem hayvanları izlemeye doyamayarak geçtik yanlarından yavaşça..
Bizim “poler” ımız adı Ofena. Ofena ve onun gibi poler’lar mokoro istasyonu olan adada yaşamakta. Adadaki herkes 18 yaşına gelince poler oluyor, ve hayatının geri kalanını bu işi yaparak geçiriyor. Polerlar biraz utangaç ama sorduğunuz tüm sorulara cevap vermekte, size gördüğü her timsahı göstermek için elinden geleni yapmakta..
1,5 saatlik bir mokoro seyahatinden sonra konaklayacağımız adaya vardık ve çadırlarımızı kurduk. İşte suyun, elektriğin olmadığı, telefonun çekmediği bu adada, artık deltanın derinliklerinde, hayvanlarla iç içeyiz. Rehberlerin uyarıları net; tek başınıza tuvalete gitmeyiniz (tuvalet dediğim poler’ların yere kazdığı bir çukur), gece çadırı açıp da size bakan gözler görürseniz çadırın fermuarını geri kapatınız :), parlak renkli kıyafetler giyip hayvanların dikkatini çekmeyiniz.. Önce biraz kestirdik sessizliğin huzuruyla.. Sonra hippo havuzunda yüzmeye gittik. Ortamın havasından gaza gelip girdiysem de hippoların, timsahların, türlü türlü minik şeylerin yüzdüğü delta sularında yüzmek şu hayatta yaptığım en aptalca şeylerden biri oldu. Ne diyebilirim, büyülü delta 🙂
Deltanın sularında yıkandıktan sonra, yeniden atladık mokorolara, bu sefer yürüyüş yapmak için başka bir adaya gittik.. 1 saat kadar zebraların, impalaların yakınından yürüdük, bol bol fotoğraf çektik. Muhteşem bir günbatımında tam mokorolarımızla dönüş yoluna geçmiştik ki, bir hippo homurdanması duyduk, sazların arasından.. Ahanda bir hippo, kendisi suyun altında, sadece gözleri suyun üzerinde bize bakmakta.. Biz tabi saf sehirliler hippoya neden yaklaşmıyoruz diye hayıflandıysak da sonradan hippoların çok tehlikeli olduğunu, insanların en fazla hippolar tarafından öldürüldüğünü, hippoların öylesine bile insan öldürdüğünü anlattılar. Ama ne yapalım, biz çocukluğumuzdan beri hippoyu çizgi filmlerden tek dişli, sevimli, “happy hippo” olarak tanıdık. Bu yanaklarını avucunuzun içine alıp, “uuuuu…” diye sevesiniz geldiği hayvan, nasıl bu kadar tehlikeli olur, inanasınız gelmiyor valla.. Bizim önümüzdeki mokorolar, aynı hippoyu ağzını açmış kendilerine yaklaşırken görmüşler, çok korkmuşlar ve hemen topuklayarak olay yerinden uzaklaşmışlar.
Hippo tarafından yenmekten ucuz kurtulup adamıza geri döndük. Kamp ateşi etrafında, başka hiçbir ışığın olmadığı bu yerde gökyüzünü izlemek.. tek kelime ile muhteşemdi. Gece, polerlarımız bize şarkı söyledi, dans etti, birlikte komik oyunlar oynadık. Sonra hayatımda ilk defa ateşte marsmallow erittim, lezizzz.. Söyledikleri “Beautiful Africa” şarkısını hala zaman zaman mırıldanırken buluyorum kendimi.. Biz videoya almamışız ama youtube’da alan birisini buldum 🙂
Gece, hippo seslerini dinleyerek, her çıt sesinde gözümü açıp çadırın penceresinden bir fil bacağı görme umuduyla yarı uyur uyanık geçti.. 🙂 Delta’nın büyüsüyle huzurla doldum. Beautifuuul Deltaaa..